JENERİK İLAÇ DA EL DEĞİŞTİRİYOR
Bundan 10-15 yıl öncesine kadar ilaç üreten sayılı ülkelerden birisi Türkiye idi. Gerçi ilaç hammaddelerinin tamamına yakını ithal edilmekteydi ama ülkede tüketilen ilacın % 90’ı yurtiçindeki fabrikalarda üretilmekte, az da olsa bir miktar ilaç ihraç edilmekteydi.
Haziran 1995’te 10 yıl sonra 2005 yılında uygulamaya geçmesi koşuluyla kabul edilen Patent Yasası, Tansu Çiller hükümetince Eylül 1995 tarihinde ülke çıkarları göz ardı edilerek bir gece yarısı çıkarılan Kararnameyle yürürlülük tarihi 5 yıl öne alındı. Bu karar yabancı ilaç firmalarına büyük menfaatler sağlarken, yerli ilaç sanayisinin gelişimini engelliyordu. Böylece Ocak 1999 tarihinde Patent Yasası uygulanmaya başladı. Bunun öncesinde 50 yıl boyunca orijinal ilaçların benzerleri dahil olmak üzere, üretilen ilaçların büyük bir bölümü jenerik dediğimiz, aynı hammadde ve üretim teknikleri kullanılarak üretilen ilaçlardı. Hükümetlerde ilaç firmalarının bu uygulamalarını verdikleri teşviklerle destekleyerek kolaylıklar sağladılar. O dönemde Sağlık Bakanlığınca ilaçların fiyatı sınai maliyet diye bilinen usule göre belirlenirdi. (Hammadde fiyatı + işçilik + ambalaj masrafı + genel giderler + %30 üretici kârı + depocu kârı + eczacı kârı = perakende satış fiyatı).
O dönemde dahi bazı firmalar, özellikle yabancı olanlar, kendi firmalarından ithal ettikleri hammaddeler için şişirilmiş proforma faturalarla yüksek fiyatlar alarak haksız kazanç elde edebiliyorlardı. Buna karşın o dönemin çağdaş eczacı örgütleri ilaç üzerinde oynanan bu soygunlara karşı çıkıyor, her platformda bunları dile getiriyordu. Aynı dönemde bu oyunları görüp mücadele eden yurtsever Dr. Cengiz Yurtoğlu bir sürü engellemelere rağmen bu oyunları bozan jenerik ilaç üretimi faaliyetleri içine girdi. Yurtoğlu ilaç firması adı altında eşdeğerlerinin çok ucuzuna üretimlerle ilaç tekellerinin oyunlarını gözler önüne serdi.
Aynı dönem içerisinde yerli jenerik ilaç üretimi ülke eczacıları tarafından da desteklendi. Eczacılar eşdeğer olarak yerli ucuz jenerik ilaçları tercih ediyorlar, yabancı firma ürünleri yerine yerli eşdeğerlerini vererek yerli firmalara büyük destek oluyorlardı.
Sosyal Güvenlik Kurumlarının açıklarını azaltılmasına katkı için İstanbul Eczacı Odası o dönemde kurum yetkililerine ucuz eşdeğer listeleri hazırlayarak bu çalışmalara destek vermekteydi. Kurumlar da bu uygulamalarla ilaç giderlerinde büyük oranda tasarruf etmekteydi. İlaç firmalarıyla yaptıkları toplu pazarlıklar sonucu da eczane fiyatlarının altında fiyatlarla kurumlarına ilaç aldılar. Bu da sınai maliyet uygulamasına rağmen bu ilaç firmalarının ne kadar fazla kâr ettiklerini gözler önüne sermekteydi. Yine son iki senedir yaşadığımız ilaç fiyatlarındaki düşüşler de bu dönemlerden sarkan şişirilmiş fiyatların bir sonucudur.
90’lı yıllara gelindiğinde tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hükümetler sosyal güvenlik kurumlarının açıklarını kapatmak için, tasarruf amaçlı, sigortalılara ilaç verilmesinde bir takım yeni uygulamalara gittiler. Zamanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı bu amaçla “ucuz eşdeğer” uygulamasını hayata geçirdi. 15 Şubat 2002 tarihinde Bağ-Kur eşdeğer ilaç uygulamasına başladı. Sadece 2002 yılı içinde 550 trilyon lira tasarruf edildiği bizzat bakan tarafından ifade edildi. Emekli Sandığı da 1 Mart 2003 tarihinde “Ortalama Fiyat” uygulamasına geçti.
Zamanla globalleşen dünyada pazarı en fazla büyümeye aday üç ülkeden biri olan Türkiye ilaç pazarında ucuz eşdeğer uygulamalarıyla düşündükleri satışları yapamayan çokuluslu firmalar tarafından (başta Pfizer olmak üzere) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı dahil her kesime, Amerika ve AB yetkilileri aracılığıyla baskılar yapıldı.
PhRMA (Amerikan araştırmacı ilaç üreticileri) adlı kuruluş, uluslararası ilaç tekellerinin hak ve çıkarlarını koruma amaçlı lobi faaliyetleri yürüten Amerika merkezli bir dernektir. Amerikan kaynaklı olmasına rağmen üyeleri bütün dünyanın en büyük ilaç şirketleridir. 2001 yılında lobi faaliyetleri için 11,2 milyon dolardan fazla para harcamıştır.
PhRMA, 2002 yılında ABD ticaret temsilciliğine sunduğu, Türkiye’yi şikayet ettiği raporunda “Türk hükümeti Türkiye’de mevcut bulunan jenerik ilaçlar arasında en ucuzunun geri ödenmesine izin veren bir kararı ülkenin en büyük sosyal güvenlik kuruluşunda uygulamaya başladı. Bu durum diğer daha küçük sosyal güvenlik kuruluşlarına da yayılmaktadır ve Amerikan şirketleri için negatif bir ortam yaratmaktadır. Araştırmaya dayalı Amerikan şirketlerinin pazar payı ciddi şekilde azalmaktadır. Türkiye acil olarak uyarılmalı ve bu fiyat politikasının geri çekilmesi sağlanmalıdır” demektedir. Ayrıca PhRMA yetkilileri “en ucuz eşdeğer uygulamasının kendilerini olumsuz etkileyeceği, uygulamanın devamında yeni geliştirdikleri hayati ilaçları Türkiye’ye vermeyecekleri ve Türkiye’deki yatırımlarını durduracakları, olan yatırımları da geri çekecekleri” tehdidini zamanın Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’a ileterek sosyal güvenlik kurumlarında ucuz eşdeğer uygulamasıyla haksız rekabet yapıldığı savıyla Türkiye’yi AB’ye şikayet ettiler.
Uluslararası ilaç tekellerinin Avrupa’daki temsilcileri EFPIA (Avrupa Farmasötik Endüstrisi ve Dernekleri Federasyonu) Türkiye’yi AB Komisyonu Ticaret Genel Müdürlüğü’ne şikayet etti. “Şeffaf olmayan, ayrım gözeten ve ticarette kısıtlama getiren” diye nitelediği Türk mevzuat ve uygulamalarının değiştirilmesini istiyordu. Ayrıca şikayet metninde şu ifadelere yer veriyordu: “… Farmasötik ürünlerin önündeki ticari engeller kaldırılarak Türkiye gibi hızlı büyüyen üçüncü dünya ülkesinde eşit muamele görmesinin güvence altına alınması yaşamsal önem taşımaktadır. Dahası AB’nin ticari ortaklarının WTO(Dünya Ticaret Örgütü)Anlaşmalarına karşı yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlamak da çok önemlidir…” denilmekte ve Türkiye’nin bu uygulamalarla GATTS ve TRIPS anlaşmalarını da ihlal ettiği iddia edilmişti.. Aynı AB Komisyonu raporunda “… ilaç endüstrisi AB nin en büyük işverenlerinden birisidir.2001 yılında sektör 580000 civarında insan istihdam ediyordu,ihracattaki payıda %19 la önemli bir sektördür…” korunması gerektiğini savıyla bir inceleme başlatmış ve konuyla ilgili cevaplar için 30 gün içerisinde cevaplama koşuluyla Türkiye hükümetine 2003 yılında ültimatom göndermişti.
Bülent Eczacıbaşı da o dönemde Türkiye’de “ikinci kalite” hatta “sahte ilaçlar”ın olduğunu söyleyerek bu kesime destek vermiştir. Bunun sonucu ülkedeki tüm ilaçlar Avrupa’da dahi biyoeşdeğerlik çalışmasına gerek duyulmayanlar da dahil olmak üzere tanesine 50.000 -150.000 Euro verilerek tamamına yakını yabancı ülkelerde olmak üzere biyoeşdeğerlik çalışması yaptırılmış, sonuçta dünya ortalamasının altında (%3) hata bulunmuştur. Bu yerli firmalara büyük mali yük getirmiş, ülke ihtiyacı olan dövizin yurtdışına gitmesine sebep olmuş ve ülkede üretilen ilaçların Bülent Eczacıbaşı’nın söylediği gibi sahte ve ikinci kalite olmadığını göstermiştir. Babası Nejat Eczacıbaşı da zamanında, uygulamasını beğenmediği, çıkarlarına ters düşen, Sağlık Bakanı için “Bu ülkede sağlık sorunu yoktur, Sağlık Bakanlığı sorunu vardır.” diyerek, bakanın görevden alınmasını istemiş ve yaptırmıştır.
Sosyal güvenlik kurumlarında ucuz eşdeğer uygulamasıyla orijinal pahalı ilaçlar kurum listelerine giremiyorlardı. Uluslararası baskılar sonucu bu durumu çözmek için hükümetçe Şubat 2004 ilaç fiyat kararnamesi gündeme getirilerek uygulamaya konuldu. Buna göre orijinal ilaç fiyatları Avrupa’nın en ucuz 5 ülkesinin fiyatları ölçü alınarak Euro’ya bağlandı. Eczacı kârları ise kategorize edilerek YTL’ye endekslendi.
Fakat burada yapılan en önemli değişiklik şu oldu: Yabancı ilaç firmalarının orijinal ilaçlarının kurumlarca satın alınmasını sağlamak amacıyla jenerik ilaçlarda hiçbir maliyet unsuru göz önüne alınmayarak otomatikman orijinal’inin %80 fiyat verildi. Dünyada genelde orjinalinin %50 (%20-80 arası) ortalama fiyatla satılan jenerik ilaçlar ortalama %30 fazladan haksız fiyat artışı aldılar. Bu uygulama yabancılarla beraber yerli firmaların da hoşuna gitti ki seslerini kestiler. Bir ölçüde eczacılar da bu ürünlerden mal fazlalığı aldığından yeterince ses çıkaramadılar. İstanbul Eczacı Odası, Çağdaş Eczacılar Derneği ve birkaç Eczacı Odası dışında karşı duruş olmadı. En üzücü olan da Türk Eczacıları Birliği’nin (TEB) bu kararnameyi kamuoyuna bir devrim olarak sunması, kraldan çok kralcı olması idi. Sağlık Bakanının söylediği gibi TEB’in katkılarıyla hazırlamıştı. Eczacı ve ilgili diğer kamuoyunu jenerik ilaca hazırlamak için, TEB Denizli bölgelerarası toplantısında, Şubat 2004 ilaç fiyat kararname taslağında, reçetesiz ilaçlara fiyat serbestliği değişikliği gündemdeyken, OTC ilaçlarıyla ilgili bir çalışma grubu oluşturarak, hazırladıkları raporda neredeyse OTC uygulamasını toplum sağlığının vazgeçilmez bir parçası olarak göstermiştir. İzmir’de düzenlenen Ege Eczacılık Günleri’nde ise tek sosyal içerikli oturumda TEB Başkanı ve İlaç İşverenleri Sendikası Genel Sekreteri, jenerik ilaçların faziletlerini anlatan sunumları sonucu bu ilaçların pazardaki paylarının artırılmasını istemişlerdir.
Bir başka cephe ise maalesef eczacı örgütlerimizin yöneticilerinin verdiği demeçler ve birey eczacılarımızın safiyane röportajlarını öne çıkaran, adımızı dahi alarak kendini meslek kamuoyuna tanıtan, bizlere yönelik aldığı reklamlarla kazanç sağlayan ECZACI dergisi. Bu derginin, kendisine reklam veren bir takım firmalarla, sektörden nemalanan bir takım kişilerle beraber, durumdan vazife çıkararak, esas amacı olan ilaçta reklam serbestliğiyle oluşacak milyar dolarlık pastadan pay kapmayı kamufle için Reçetesiz Satılan İlaçlar Derneği’ni kurmaya kalkması bizleri ne gibi tehlikelerin beklediğinin açık bir göstergesidir.
“Amaçlarının halka en yakın sağlık birimi olan eczanelerin ve eczaneler aracılığı ile ürünlerini halka ulaştıran sanayici, üretici, ithalat ve hammaddecilerin ortak hedefleri doğrultusunda devlet, Bakanlık, kamu ve basın ile ilişkilerde bulunmak, seminerler, paneller düzenlemek, araştırmalar yapmak, üyelerimizin hak ve çıkarlarını korumak” olduğunu söylemektedirler.
Bakar mısınız siz, Cumhuriyet gazetesinin söylediği gibi “tehlikenin farkında mısınız”? Bizler yıllardır ilacın üretiminden tüketimine her safhasında eczacı olmalıdır, diyoruz, Şimdi bizim dışımızda herkes ilaçla ilgileniyor. Biz bu kadar aciz hale mi geldik? Derhal bu derginin saltanatına son verilmelidir. “Reçetesiz”i bırakın, ilaç ve eczacılıkla ilgili “dernekçilik” sizin haddiniz değildir!
Kısa sürede takke düştü kel göründü. Çokuluslu ilaç firmaları gerek baskıyla (veri koruma, veri imtiyazı, hammadde) gerekse değerinin çok üstünde fiyatlar vererek teker teker bu yerli firmaları satın aldılar. Tatlı kârları gören yerli firmalar mücadeleden kaçtılar. Ama bu paraların çoğu yine Sosyal Güvenlik Kurumlarından, yani halkımızdan çıkacaktır. Çünkü bu firmalar haksız olarak aldıkları yüksek fiyatlı jenerik ilaçlardaki mal fazlalarını ve iskontoları yavaş yavaş geri çekiyorlar. Bu fahiş kârlarla yerli firma sahiplerine ödedikleri paraları kısa zamanda geri alacaklardır. Eczacılarda bu işten çırak çıkacaktır.
Yabancılara satılan en son ve en dramatik örnek Türk ilaç sanayi için ekol olmuş, önde gelen firmalarından Eczacıbaşı’nın satışıdır. Eczacıbaşı ilaç sanayi, Eczacıbaşı Sağlık Ürünleri ile Eczacıbaşı Özgün Kimyadaki ortaklık paylarının %75’ini, eşdeğer ilaç alanında Avrupa’nın önde gelen kuruluşlarından Zentiva’ya devretti. Devredilen hisse payının değeri, iki iştirakin toplam değeri 613 milyon Euro’nun % 75’ine karşılık gelen 460 milyon Euro’dur. Genel merkezi Prag’da bulunan Zentiva’nın 2005 yılı cirosu 398 milyon Euro, 2006 yılı cirosu 494 milyon Euro’dur. Zentiva’nın en büyük hissedarı da % 24,9’la tabii ki ilaç sanayi devlerinden Sanofi-Aventis’tir.
Bülent Eczacıbaşı görünüşte babası Nejat Eczacıbaşı’nın 1952’de kurduğu ilk modern ulusal ilaç firmasının şimdiki sahibidir. Mülkiyetindeki her şey gibi onu da satabilir. Ama o Eczacıbaşı’nın o hale gelmesinde yıllarca yerli ilaç sanayiini koruma adına yabancı ilaçlar yerine sizin yerli eşdeğer ilaçlarınızı vererek yabancı ilaç firmalarına boykot uygulayan eczacıların, bedeli halkın vergileriyle karşılanan devletin verdiği teşvik ve korumalarında payı büyüktür. Sizin sattığınız şey bir fabrika binası, 5-10 tane ilaç üreten makine değildir, o değerin yaratılmasında katkısı olan binlerce eczacının ülke sevgisini, ülkesini ve halkını seven toplum kesiminin beklentilerini de sattınız. En acı olanlardan biri de Frankfurt’a birlikte uçtuğunuz gazetecinin sorduğu “İlaç işinizin % 60’ına denk gelen hisse satışı kararı aldınız. Bu gidişle Holdingin adını değiştirmeniz gerekebilir.” sözünü şakaya vurarak “haberim yok arkadaşlar benden habersiz yaptılar herhalde” deyip profesyonel CEO’nuza dönerek “Erdal bir şeyler mi sattınız?” diyecek kadar gülüşmeler içinde işi hafife almanızdır. Bu durum biz eczacıları derinden yaralamıştır. Bu soru tarafınızdan bir espri olarak algılanabilir, ama biz eczacılar artık ismimizin böyle bir holdingde olmasını istemiyoruz.
370 milyar dolar borcu, nüfusunun %10 işsiz, bu işsizlerin büyük çoğunluğu da tahsilli gençlerken, bu ülke yabancı sermayeyi çekebilmek için her türlü tavizi verirken, siz bu satıştan elde edeceğiniz parayla Avrupa’da seramik fabrikası açacağınızı söylüyorsunuz. Allah yolunuzu açık etsin…
Daha önce de Levent’teki eski ilaç fabrikası binasını yıkıp büyük bir alışveriş merkezi yapmanız, ama daha önemlisi sözümona yıllarca yerli ilaç üretiminin bayraktarlığını yapmış ve babadan oğula İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) başkanlığı yapmış birisi olarak bu alışveriş merkezini de yerli firmaları dışlayıp yabancı firmaların cenneti haline getirmeniz bu işlere nasıl baktığınızın ipuçlarını vermekteydi.
Sözün özü yıllardır savunduğumuz jenerik ilaçlar da artık el değiştirmekte ve yabancı tekellerin eline geçmektedir. Şimdi biz eczacıların işleri daha da zordur. Jenerik ilaçların iskonto ve mal fazlası yabancı tekellerin iki dudağı arasındadır. Bunların niyetleri ilaçları reçetesiz hale getirip yeni yasalar desteğiyle reklam ve fiyat serbestliğiyle verimli bir pazar olarak gördükleri ülkemizde tabii ki yerli işbirlikçileriyle zincir marketler yoluyla satarak paralarına para katmaktır.