HRANT’I UĞURLADIK!
HRANT’I BU TOPRAĞIN DERİNLİĞİNE UĞURLADIK!
Hrant Dink bu ülkenin vicdanı olan aydınlardan biriydi. Barışın, dostluğun, kardeşliğin, aydınlığın sesiydi. Özgür düşüncenin sesiydi. Birlikte yaşama, güzel günlere kanat çırpan güverciniydi ülkemizin. Bu ülke halklarının ortak geleceğinin sesiydi.
Statükonun değişmesinden korkanlar, halklar arası düşmanlıktan yarar umanlar, yalan ve talan üzerine kurulmuş, kokuşmuş düzenlerinin değişmesinden korkanlar bu karanlık süreci bilerek ve planlayarak hazırladılar. Çareyi bu yürekli ve aydınlık sesi susturmakta buldular. Hrant’ı kahpe kurşunlara hedef gösteren yolun taşlarını birer birer döşediler. Basını, politikacısı, yazarı ile av mevsimini hep birlikte açıp onu avlanacak bir av gibi orta yerde bıraktılar.
Yalnız. Bir başına…
O çok eleştirdiğimiz Fransa’nın geçmişine bir bakın nasıl sahip çıkmış aydınına, düşünürüne. Cezayir savaşına karşı çıktı diye ırkçı-şoven çevrelerin hışmına uğrayan, susturulmak istenen Jean Paul Sartre’a sahip çıkmıştı Fransa, sahip çıkmıştı De Gaulle, J.Paul Sartre Fransa’nın vic-danıdır diyerek ve tarihe geçmişti bu ünlü sözüyle…
Biz ne yaptık. Ülkemizin vicdanı olan aydınlık bir sesi daha susturduk. Ona sahip çıkma cesaretini gösteremedik. Şimdi ise timsah gözyaşları döküyoruz utanmadan, sıkılmadan.
Ürkek ama özgür güvercinimizi susturdular. Kıydılar ona, ayırdılar dostlarından ve sevenlerinden. Bu lanetli cinayeti kınamak için Hrant’ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı AGOS gazetesinin önünde toplandık yüz binlerce insan, kendiliğinden…
Sessizliğe bir çığ gibi patlayarak.
Yürüdük, Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Ermeni’si, Müslüman’ı, Hristiyan’ı inancı, dili, kültürü farklı ama yürekleri bir yüz binleri aşan insan; biri diğerini ötekileştirmeden, yürüdük kol kola insani değerler adına, inadına, halkların kardeşliği adına…
“ Evet gözümüz var toprağında bu vatanın. Gözümüz var ama koparıp götürmek için değil, en derinliklerine gömülmek için…” diyordu Hrant Dink Türk ve Ermeni düşmanlığına karşı çıkarak, kardeşliğin dili, barışın sesi olarak. O’nu yüz binlerce ortak yürek “hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” diyerek bağrımıza basıp, çok sevdiği bu toprağın derinliğine uğurladık.
“Beraber yaşadığım insanları aşağılamakla suçlanmak, benim için katlanır işkence değildir” diyen bu yürekli insanı şovenizme kurban verdik. Hrant Dink için yalan ve iftira kampanyalarıyla yaşam her gün bir işkenceye dönüştürüldü. Derin devlet destekli çeteler ve onların yandaşları sokakta ve mahkeme kapılarında linç kültürünü geliştirerek bu süreçte etkin bir rol üstlendiler. Şovenizm bu çevrelerin bilinçli çabalarıyla toplumsal bir histeriye dönüştürüldü.
Irkçılığı ve şovenizmi siyasi rant kapısına dönüştüren siyasetçilerin de, 301’nci maddeyi bu ülkenin aydının, düşünürünün başında Demoklesin Kılıcı gibi sallandıranlar da, bu maddeyi değiştirme cesareti gösteremeyenlerin de bu karanlık sürecin hazırlanmasında ciddi sorumlulukları oldu.. Özetle; ırkçı-şoven iklimin yaratılmasında payı olan herkesin bu cinayetin işlenmesinde sorumluluğu var.. 17 yaşında eline silah tutuşturulmuş bir katil, işte böylesine aktörleri olan karanlık bir sürecin ortaya çıkardığı bir sonuçtur.
Birey olarak, toplum olarak bizlerin de sorumlulukları var elbette; Hrant’lara sahip çıkma cesareti gösteremediğimiz için…
Katilin yakalanmış olması önemli ama yeterli değil. Binlerce yıldır bu topraklarda bir arada ve kardeşçesine yaşamayı başarabilmiş halkların birliğine ve kardeşliğine sıkılmış bu kör kurşunların arkasındaki güçlerin tümüyle ortaya çıkarılması gerekiyor.
Rakel Dink , ” bir bebekten, bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim” diyerek, tarihe oldukça anlamlı bir not düştü.
Şimdi, Rakel Dink’in yüreğimizin derinliklerine işleyen hüzünlü ama bir o kadar da yürekli ve uyarıcı sesine kulak vermenin zamanıdır.
Şimdi, tek tek bireyler olarak, toplum olarak kendimizle, geçmişimizle ve tarihimizle yüzleşmenin tam zamanıdır.
Karanlığı aydınlatmanın başka da bir yolu yok. Haydi…