NEOLİBERAL POLİTİKALARIN İLAÇ VE ECZACILIK ALANINA ETKİSİ – 1
Neoliberal politikalar ve sağlıkta dönüşümün toplum sağlığına etkilerini tartışıyoruz ve “sağlığımız nereye gidiyor” sorusuna yanıt arıyoruz. Bu sorunun yanıtını bulabilmek için önce dünyanın ve Türkiye’nin nereye doğru evrildiğini tespit etmek gerekiyor.
Küreselleşen dünya nereye gidiyorsa, Türkiye nereye gidiyorsa sağlığımızın gideceği yer de orasıdır.
Neoliberalizm 1970’li yıllarda kapitalist sistem içerisindeki krize çözüm amacıyla üretilen yeni bir düşünce akımını, yeni bir ideolojik hattı ifade ediyor.
Kapitalist sistem 20. yüzyılda iki önemli bunalım ve arkasından da kriz süreçleri yaşadı. Dönemsel krizlerinden biri olan 1914-1945 dönemindeki ilk krizi ancak etkin bir devlet müdahalesiyle aşılabildi. Devletin ekonomide etkin olduğu, korumacı ve müdahaleci bir ekonomi politika 1980’li yıllara kadar sistem içerisinde etkinliğini sürdürdü. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sisteme tümüyle egemen olan bu müdahaleci devlet anlayışı kuramcısı ünlü iktisatçı Keynes’in imzasını taşıdığı için keynezyen iktisat politikaları olarak anıldı.
1970-80 döneminde sistem yeni bir krizin eşiğine geldi. Ancak bu kez keynezyen iktisat politikaları sistemin krizini çözmeye yetmedi. Sistemin egemen güç odakları için çözümsüzlüğü aşacak yeni politikalara ihtiyacı vardı. Devletçilik ve ekonomiye müdahale, hastalığın temel nedeni olarak tespit edildi. Sistemin kendi kendini yeniden üretebilmesinin çözümü olarak neoliberal politikalar ‘yeni özgürlükçülük’ adıyla makyajlanıp piyasaya sürüldü. Bu akım küresel kapitalizmin yeni ideolojik savunma hattını oluşturdu. Neoliberal politikaların uygulandığı ülkelerin iktisat politikalarında 1980 sonrasında köklü bir revizyona gidildi.
Chicago okulunun iktisatçılarından Friedrich Hayek ve Milton Friedman’ın öncülük ettiği bu yeni düşünce akımı sistem içinde hızla yayıldı. 1990 sonrasında reel sosyalizmin çöküşü ile birlikte tek kutuplu hale gelen dünyada, kapitalist sistemin en etkili ideolojik silahı haline geldi. Devlet buna göre yeniden yapılandırıldı, devletin ekonomideki ağırlığı küçültüldü, ekonomide ve sosyal yaşamda devlet sadece düzenleyici bir rol üstlenmeye başladı. Bu dönemde sosyal devlet neoliberalizmin doğrudan boy hedefi haline geldi. Özel teşebbüs piyasanın tek dinamiği olarak öne çıkarıldı. Sermayenin önündeki koruma duvarları kaldırıldı, zincirlerinden kurtulan sermaye hızla mobilize olarak tüm dünyaya yayıldı.
Sermayenin küreselleşmesi denilen bu süreç kendi güç odaklarını yarattı. Ve küresel şirketlerin egemenliğinde ‘yeni bir dünya düzeni’ kuruldu. Bugün dünyaya egemen olan küresel şirketlerin sayısı 500 civarında, bu firmaların ülkelere dağılımı ise şöyle:
– ABD – % 47
– Avrupa Birliği- % 29
– Asya Pasifik – % 21,2
– Diğer- % 2,8.
500 küresel firmadan sermaye yapıları ve pazar payları bakımından öne çıkan firma sayısı ise 25’tir ve bu 25 firmanın 7’si ilaç firmasıdır. Dünya ticaret hacmi 10 trilyon dolar, küresel 200 şirketin ticaret hacmi ise bunun yarısına eşittir.
Neoliberal politikalarla taçlandırılan küreselleşme süreci çokuluslu şirketlerin gücüne güç katarken aynı zamanda tüm dünyada korkunç bir eşitsizliğe, adaletsizliğe yol açtı. Dünya gelirinin % 80’inin, dünya nüfusunun %15’ini oluşturan mutlu bir azınlığın elinde toplandığı, 500 dolar milyarderinin geliri ile 2,5 milyar insanın gelirinin eşitlendiği, 800 milyon insanın açlık, 3 milyar insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı yeni bir dünya düzenidir sözü edilen…
Neoliberalizm ile sermaye alabildiğine özgürleşirken, emeğin özgürleşmesinin önüne barikatlar örülmeye devam edildi.
24 Ocak kararları
Ülkemizde neoliberal politikalara geçiş 24 Ocak 1980 kararlarıyla gerçekleşti. 24 Ocak kararlarının hayata geçirilmesi ise ancak baskıcı, otoriter bir rejimle mümkündü. 12 Eylül askeri darbesi de bu nedenle gerçekleştirildi.
Türkiye ekonomisini küresel kapitalizme entegre eden bu süreç ülkenin son 20-25 yılına damgasını vurdu. Ekonomik ve sosyal yaşamda yapısal pek çok değişikliğe gidildi. Ekonomide yaygın özelleştirme politikalarını, sağlıkta ve eğitimde özelleştirme politikaları izledi. Devlet sadece ekonomiden değil, üstlendiği sosyal kimliğinden de hızla uzaklaşmaya başladı. Eğitim, sağlık gibi kamusal hizmet alanlarından adım adım el çektirildi. Bu alanlar devletin üstlendiği yeni düzenleyici role uygun olarak yeniden yapılandırıldı. Sağlıkta dönüşüm adı altında önümüze konan proje bu yapılandırmanın önemli bir halkası olarak gündeme getirildi.
IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarının mali destek verip, öncülük ettiği sosyal devlet karşıtı bu projeler ekonomide ve sağlıkta devrim olarak tanımlanıp “piyasa”ya sürüldü. Ekonomide uygulanan yapısal uyum programlarının bir benzeri sağlıkta uyum ya da reform programı adı altında pazarlandı.
İlaç fiyat kararnameleri ve ilaçta patent
Sağlık alanı gibi ilaç ve eczacılık alanı da neoliberal politikalara göre yeniden düzenleniyor. 1980’li yıllardan başlayarak bugüne kadar pek çok düzenleme yapıldı. 1984 ilaç fiyat kararnamesi bu düzenlemelerden biriydi. İlaç fiyatlarını serbest bırakan bu kararname, ilaç şirketlerine kendi ifadeleri ile altın çağını yaşattı. İlaçta patent yine bu süreçte gündeme geldi. 1996 yılında pijamalı bakanlara imzalattırılan bir gece yarısı kararnamesiyle ilaçta patent kabul edildi. İlaçta patent çokuluslu ilaç şirketlerinin ilaç pazarındaki egemenliğini iyice artırdı, bu politikaların sonucu olarak Türkiye ilaç pazarı bu şirketlerin denetimine girdi. Patentin faturasını ise toplum olarak hep birlikte ödüyoruz.
İlaç şirketlerinin birleşmesi
Neoliberal politikaların etkin olduğu sermayenin küreselleşme sürecinde rekabetin giderek sertleşmesi, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, başta ilaç sektörü olmak üzere bankacılık finansal kurumlar, sigortacılık gibi sermaye piyasaları, otomotiv, elektronik, enerji
hava taşımacılığı, telekomünikasyon, sağlık sektörü, gıda sektörlerinde sermaye yoğunlaşmalarına ve kutuplaşmalara yol açtı.
Dünya ilaç pazarında yaşanan tekelleşmenin daha yoğun bir şekli Türkiye ilaç pazarında yaşandı. Dünya ilaç pazarının %50’sini 20 ilaç firması elinde tutarken, ilk 20 ilaç firmasının Türkiye ilaç pazarındaki payı ise %73,95’e ulaştı. İlaç sektöründe yaşanan şirket evlilikleri bu sürece daha büyük bir ivme kazandırdı. Glaxo-Wellcome ile Smithkline birleşmesi bu ilaç şirketini General Electric’ten sonra dünyanın ikinci büyük şirketi haline getirdi. Yine Sanofi-Aventis birleşmesi yeni şirketi Türkiye ilaç pazarında ikinci sıraya yükseltirken, Ciba-Sandoz birleşmesinin ürünü olan Novartis ilaç firması ise Türkiye ilaç pazarında birinci sıraya oturdu.
Veri imtiyazının kabulü
Neoliberal politikaların etkisiyle ilaç alanında gündeme gelen bir diğer uygulama ise, veri imtiyazıdır.15.01.2001 tarihinde çıkarılan Ruhsatlandırma Yönetmeliğinin 9’uncu maddesi ile Türkiye ilaçta veri imtiyazını kabul etti. Veri imtiyazı bir ilaç pazara sunulduktan sonra o ilaca verilen imtiyaz hakkıdır.
Veri imtiyazı; orijinal ilaçlara ait farmakolojik, kimyasal, toksikolojik ve klinik verilerin ilaç ruhsat alıp, piyasaya verildikten sonra belli bir süre için korunması anlamına geliyor. Ayrıca endikasyon, dozaj, dozaj formu ve tatbik şekli gibi her yeni buluş için veri koruma süresi uzatılabiliyor. Ülkemizde kabul edilen imtiyazın süresi ise 6 yıldır. Bu imtiyaz şeklinin çokuluslu ilaç şirketlerine ilaç pazarında geniş bir hareket alanı ve esneklik sağladığı açıkça görülüyor. Yeni buluş tüm endikasyonlar, ruhsat başvurularına yansıtılmadığı gibi aynı yöntem diğer buluşlar içinde uygulanabiliyor.
İlaç ve eczacılık alanında sırada bekleyen düzenlemeler
Patent, veri imtiyazı yeni bir ilaç düzeninin altyapısını oluşturan çok önemli yapısal düzenlemelerdi. Şimdi ilaç ve eczacılık alanıyla ilgili sırada bekleyen yeni yasa tasarıları ve yönetmelikler var:
– İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Yasa Tasarısı
– 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Yasa Tasarısı
– OTC
– İlaçta Reklam
Yeni ilaç ve eczacılık düzeninin çerçevesi de bu temel değişikliklerle tamamlanmak üzeredir.
İlaç şirketleri tüketimi 3 katına çıkarmak istiyor
Türkiye ilaç pazarı hızla büyüyor. 2009 yılında dünyanın en çok ilaç tüketen
10’uncu ülkesi olacağız. 2015 yılında ise ilaç pazarını 30 milyar dolara çıkarmanın planları yapılıyor. Her yıl %10 büyüyen bir ilaç pazarımız var, pazarın kendi doğal gelişim sürecinde bu büyüklüğe ulaşması olanaklı değil. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sağlık bütçeleri hep yerinde sayarken, koruyucu sağlık hizmetlerinin payı ise sürekli azaldı. Buna karşın ilaç tüketimi hep yükselme trendi gösterdi. İlaç tüketimine ve tedavi edici sağlık hizmetlerine dayalı yanlış sağlık politikaları sonucu, bugün kişi başına ilaç tüketimi kişi başına sağlık harcamalarının yarısına eşitlenmiş durumdadır. Bu haliyle bile oldukça yüksek olan ilaç tüketiminin ilaç ve sağlığı piyasalaştıran çevreleri tatmin etmediği görülüyor. İlaç şirketlerinin yeni hedefi, tüketimi en az 2-3 katına çıkarmaktır. OTC, ilaç kurumu yasa tasarısı, ilaçta reklam, yeni eczane düzeni bu amaca uygun yeni düzenlemeler olarak gündeme getiriliyor.
Çokuluslu ilaç tekelleri bu düzenlemeler için siyasi iktidar üzerinde baskılarını artırmış durumdalar.