İKİ ÖNEMLİ TOPLANTI VE İTS’YE İLİŞKİN GERÇEKLER!
İlaç Takip Sistemi üzerindeki tartışmalar sürüyor. Eczacı örgütleri, eczacı tabanında tartışmalar, ağırlıklı olarak sistemin işleyişine dönük sorunlar üzerinde yoğunlaşmış durumda. Sistemden asıl beklentisi olan çok uluslu ilaç şirketleri ise sistemi kendileri bakımından ‘doğru’ bir zemine oturtma çabası içindeler. Tartışmalar derinleştikçe İTS üzerindeki sis perdesi de dağılmaya başladı. Temmuz ayı başında İlaç Takip Sistemi ile ilgili iki önemli toplantı yapıldı.
AİFD (Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği), resmi adı bu. Gerçekte ise çok uluslu ilaç şirketlerinin örgütlendiği bir yapı, onlar adına politika üretiyor.
AİFD’nin düzenlediği ve sözcülüğünü ABD’li iki araştırma görevlisinin yaptığı basın toplantısında İlaç Takip Sistemi ve çok uluslu ilaç tekellerinin bu sistemden talep ve beklentileri dile getirildi. Toplantıya basın, medya gereğinden fazla ilgi gösterdi. . Ertesi gün sahte ilaç tüm basın ve medya’nın gündemindeydi. Yoğun bir dezenformasyon fırtınasına uğradık. “Sahte ilaç nedeniyle halk sağlığının tehdit altında olduğu, Sıtma ve Tüberküloz gibi salgın hastalıklarda kullanılan sahte ilaçlar nedeniyle yüzbinlerce insanın yaşamını yitirdiği” çarpıtılmış rakamlarla manşetten verildi. Basın, medya, çokuluslu ilaç şirketlerinin temsilcileri bir anda halk sağlığı savunucusu kesildiler. Bir kaşık suda fırtınalar koparıldı. Türkiye’de ilaç sahteciliği yok, küpür sahteciliği var, bunu biz değil Sağlık Bakanlığı yetkilileri söylüyor.
O halde sahte ilaç üzerinde bu kadar gürültü neden koparıldı? Nedeni gayet basit; çok uluslu şirketlerinin ilaçlarının güvenirliğini kamuoyunda tescil ettirmek, bunun dışında kalan ilaçlar üzerindeki soru işaretlerini de arttırmaktı, yani bir taşla iki kuş vurmaktı. Halk sağlığı ise işin bahanesi oldu. Basın toplantısında iki nokta özellikle öne çıkarılmıştı. Sahte ilaç kavramı ve sahte ilacın önlenmesine ilişkin tespit ve öneriler…
‘Standart dışı üretilen, taklit edilen, uygunsuz ambalajları, yetersiz üretim prosesleri, yetersiz nakil ve saklama koşulları olan tüm ilaçlar’ sahte ilaç kapsamına sokulmuş. Dünyada üretilen yerli jeneriklerin tümü kopya ilaçlar! Bioeşdeğerliği ve bioyararlılığı kanıtlanmış olan jenerik ilaçlar, sağlık alanında yaygın olarak kullanılıyor. Üstelik artan ilaç ve sağlık harcamaları pek çok ülkede ulusal hükümetleri jenerik ilaç kullanımına yönlendiriyor. Durup dururken bu ilaçların (satır aralarında da olsa) sahte ilan edilmesi hiçbir bilimsellik içermeyen, orijinal ilaçların pazardaki egemenliğini pekiştirmeye dönük, propaganda amacı taşıyan sözlerdi… Çin ve Hindistan’ın sahte ilacın merkez üssü ülkeler olarak öne çıkarılması da yine aynı amaca dönük iddialardı…
Neden Çin, Hindistan ve Türkiye?
Çin ve Hindistan jenerik ilaç üretiminde dünyanın gelişmiş pazarlarının başında yer alıyor.
ABD bile, jenerik ilaçlarının ağırlıklı bir bölümünü Hindistan’da üretiyor. Ayrıca Brezilya ve
Hindistan AİDS, Sıtma gibi salgın hastalıklarda kullanılan jenerik ilaçların üretiminde stratejik
ülkeler… Türkiye ise bu ilaçların Orta Doğu’ya pazarlanma trafiğinde yer alıyor.
1980 yılından bugüne AİDS’ten 30milyon insan hayatını kaybetmiş. 2020 yılında hastalığın yaygın olduğu 45 ülkede ölü sayısının 68 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor. Çağımızın vebası sayılan bu hastalığın tedavi maliyeti de oldukça pahalı. Bir aylık tedavinin maliyeti 1030-3000 euro arasında değişiyor. Hastalığın yaygın olarak yaşandığı Güney Afrika, Zimbabwe, Zambiya, Fildişi Sahilleri gibi yoksul ülkelerde milyonlarca insan, bu ilaçlara ulaşamadıkları için ölüyorlar. Sahte ilaçların yol açtığı ölümlerden sözedenler, HİV virüsüne karşı ilaç bulamadığı için ölen yada ölümün çaresizliğini yaşayan milyonlarca insandan ise hiç söz etmiyorlar. 2000’li yıllarda Hindistan ve Brezilya AİDS hastalığına karşı kullanılan anti-retroviral ilaçları üretmek üzere harekete geçiyorlar. Hindistan, üretim tekeli çok uluslu ilaç şirketlerinin elinde olan ilacı 30 euro’ya üretiyor. Bu gelişme milyonlarca insan için bir umut kapısı oluyor. Güney Afrika Hükümeti Sağlık Bakanı, Hindistan’dan ilacı ithal etmek istiyor ancak çok uluslu ilaç tekellerinin engeline takılıyor. 41 çok uluslu şirket 5 Mart 2001 tarihinde Güney Afrika Hükümeti Sağlık Bakanlığı’na karşı yasal yollara başvurarak(Trips sözleşmesini ihlal ettiği gerekçesiyle), ilaç alımını durdurmaya çalışıyorlar.
Bunun üzerine Dünya Sağlık Örgütü, sivil toplum örgütleri bu baskının kaldırılması için ayağa kalkıyor ve sonuçta çok uluslu ilaç şirketleri geri adım atıyor ve orijinal ilaçlarının fiyatını %80 geri çekmek zorunda kalıyorlar.
Hindistan’ın anti-retroviral ilaçların jeneriklerini üretmesi, çok ulusluların pazardaki egemenliğini ciddi bir şekilde sarsıyor. Çin ve Hindistan’ın hedef ülke haline gelmeleri biraz da bu gerçeklikten kaynaklanıyor. !Sorun salt başına bir sahte ilaç sorunu değil, doğrudan pazar sorunudur.
Sahte ilaçların tehdidinden çok, ilaç şirketlerini asıl rahatsız eden yerli jenerikler… Afrika’nın yoksul halklarının yaşadığı dram yeteri kadar öğretici değil mi?
Bütün bu olup bitenlerden sonra, işlevi sahte ilacı takip olduğu söylenen ve çok uluslu ilaç şirketlerinin sağladığı kaynaklarla projelendirilen bir sistemin, halk sağlığı adına doğru bir sorgulanmaya ihtiyacı yok mu? Sistemin işleyişinden önce kendisinin sorgulanması daha doğru bir tutum değil mi?
AİFD’nin basın toplantısında altı çizilen ikinci önemli tespit ise: sahte ilacın takibine ve önlenmesine ilişkindi. Bu konudaki beklentiler şu alt başlıklarla ifade edilmişti;
ü Gümrük vergileri ve diğer ithalat kısıtlamaları kaldırılsın
ü İlaç üzerindeki fiyat kontrolü kaldırılsın
ü Devlet ilaç fiyatlarına müdahaleden vazgeçsin
ü Ruhsatlandırma işlemlerinde var olan bürokratik engeller kaldırılsın
ü İlaç ve sağlık düzenleyen yasalar yetersiz, değiştirilsin.
Çok uluslu ilaç şirketlerinin İlaç Takip Sistemi’nden beklentileri bunlar. Bu beklentilerden yola çıkarak sistemin salt başına sahte ilacı takip sitemi olmadığı açıkça görülüyor.
Sorunun bir ayağında ilaç pazarını takip var, bir başka boyutu ise çok uluslu ilaç şirketlerine ait orijinal ilaçların gelişmekte olan ülke pazarlarındaki egemenliğini korumak. AİFD’nin şablonunda İlaç Takip Sistemi bu iki ayak üzerine oturuyor!
İlaç Takip Sistemi ile ilgili ikinci önemli toplantının adresi ise Kayseri…
TEB tarafından 2-4 Temmuz 2009 tarihleri arasında düzenlenen 36. Dönem 3. Bölgelerarası toplantısında ilaç ve meslek alanında yaşanan sorunlarla birlikte İTS’de gündem edildi. Toplantıdan yansıyan ilginç dipnotları var: Kayseri Eczacı Odası’nın özellikle İstanbul Eczacı Odası’na dönük “ev sahipliği” yanında, asil delegelikten “misafir delegeliğe” terfi edilişimiz de dikkat çekiciydi!
İstanbul’dan delege seçilemediği için soluğu Sakarya’da alan ve atama usulü delege seçilen eski TEB Başkanı’ndan demokrasi nutukları, Domaç’lı TEB Merkez Heyeti’nde, buram buram siyasetsizlik kokan dönemin sorumluluğunu taşıyan yeni TEB Başkanı’ndan ise, ‘siyaset dersi’ söylevleri dinlemek ilginçti1
İlaç Takip Sistemi, TEB’in gündeminde ağırlıklı bir yer işgal etmiyor. TEB Genel Sekreteri’nin sunumunda bu tutum net olarak anlaşıldı. TEB’nim sitemin özüne ilişkin hiçbir itirazı yok, öne sürülen tüm itirazlar sistemin işleyişine ilişkin. Zaten Sağlık Bakanlığı ile ortak bir çalışma başlatılmış, pilot eczaneler bile tespit edilmiş. Bu bilgilere de toplantı sürecinde ulaşıyoruz. İlaç takip sisteminin hangi toplumsal ihtiyaçtan doğduğu, sahte ilaç ve Türkiye’deki etkinlik oranı, Türkiye’nin pilot bölge olarak seçilmesinin nedenleri, paralel ticaretin engellenmesi ile İTS arasındaki bağ benzeri sorulara yanıt aranması, TEB Merkez Heyeti tarafından’ korkular üzerinden siyaset üretmek’ olarak yorumlanıyor!
TEB’in İTS sunumu ile Sağlık Bakanlığı bürokratlarının sunumu arasında kayda değer bir fark yok. Toplantının sonuna doğru İTS ile ilgili sunum yapan İlaç ve Eczacılık Genel Müdürü Mahmut Tokaç’ın 6197 sayılı Yasa ve İlaç takip sistemi ile ilgili söylemlerinin, TEB’in söylemleri ile bire bir örtüşmesi de paralel düşündüklerini ortaya koyuyor. Bu durum TEB Başkanı’nın da dikkatini çekmiş olacak ki, Tokaç’a müdahale etme gereğini duyuyor.
TEB, eczacıların mesleki, demokratik haklarını ve halkın sağlığını koruma sorumluluğu olan, sivil bir toplum örgütü. Dünyada abartıldığı kadar olmasa da bir sahte ilaç gerçeği var. Dünya Sağlık Örgütü’nün öncülüğünde sahte ilaca karşı bir mücadele sürdürülüyor, sivil toplum örgütleri, sağlık meslek örgütleri de bu mücadeleye ortak oluyorlar.
Amacı sahte ilacı takip ve halk sağlığını korumak olan bir sistemden söz ediliyorsa;
Neden sağlık meslek örgütlerimiz, sivil toplum örgütlerimiz inisiyatif sahibi değil?
TEB bu sistemin neresinde ve hangi sorumlulukla duruyor?
Neden çok uluslu ilaç şirketleri sistemin kumanda merkezinde?