Halk ilaç dedikçe tekeller para diyor
Birgün – 25.04.2012
Dr.Ergün DEMİR, Dr.Güray KILIÇ
Küresel sermaye örgütleri olan Dünya Bankası ve IMF tarafından uygulatılan sağlık politikaları sonucunda kamu sağlık hizmetleri piyasa kuralları çerçevesinde sunulmaya başlandı. Hastaneler sağlık işletmelerine ve hastalar müşteriye dönüştürüldü. Bu şekilde piyasalaşan sağlığın kazanç kapısı haline getirilmesinin şifresi, üniversite öğrencisi Dilek Özçelik’in yaşadıklarının kamuoyuna aktarılmasıyla deşifre edildi.
NELER YAŞANDI?
Dilek Özçelik’e kısa bir süre önce hodgkin lenfoma tanısı konuldu ve hızla tedaviye başlanılması planlandı. Ancak Dilek’in uygulanan politika sonucunda kanser ilaçlarına SGK güvencesiyle erişimin imkansız olduğunu öğrenmesi uzun zaman almadı. Bunun üzerine Edirne’ye gelen ve Sağlık Bakanı olduğunu sandığı Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a kanser ilaçlarının temininde sıkıntı yaşadığını ifade etmek istedi. Ancak AKP hükümetinin Bakanı sadaka kültürünü özümsediği için başından savmak ve yardımseverliğini kameralara göstermek amacıyla Dilek’in eline para sıkıştırmaya kalkıştı. Ancak olmadı. Çünkü Dilek ‘Ben dilenci değilim’ dedi ve sadaka değil sağlık hakkı istediğini gayet çarpıcı şekilde tüm kamuoyuna iletti. AKP’nin sadaka politikasına karşı sadakayı muktedirin yüzüne çarparak sağlığın bir hak olduğunu, sadece kendisi için değil herkes için bir hak olduğunu hatırlattı.
NEDEN OLDU?
Tıp endüstrileşti. Dünyada silah endüstrisinden sonra ilaç ve tıbbi teknoloji endüstrisi geliyor.
SSK ilaç fabrikasını bugünler için mi kapattılar? Türkiye de kamunun elinde olan tek ilaç fabrikası 1979 yılında İstanbul Şişli Bomonti’de kurulan SSK ilaç fabrikasıydı. 20 çeşit ilaç üretiyor ve fiyatları piyasadan daha ucuza belirliyordu. SSK, ilaç üretiminin yanı sıra üretemediği ilaçları toplu ilaç alımları ile üretici firmalarla pazarlık yaparak daha ucuza alabiliyordu. Aşı ve ilaç üretimi konusunda başkaca herhangi bir çalışma yapılmadığı gibi SSK ilaç fabrikasına da yıllarca teknik ve fiziki yatırım yapılmadı. Bu fabrika AKP hükümeti tarafından 2005 yılında kapatıldı. Türkiye’yi ilaç tekellerinin kar hesaplarına mahkum edenler bugün sadaka ile bu sorunun üzerini örtmeye çalışıyorlar.
Sağlık harcamalarının büyük bir kısmı ilaç ve tıbbi teknolojiye gidiyor. Türkiye ilaç alanında dünyanın en büyük 15, tıbbi cihaz alanında ise dünyanın en büyük 20 pazarından biridir..
KAMU KAYNAKLARI İLAÇ VE TIBBİ CİHAZ TEKELLERİNE AKTARILIYOR
Türkiye’nin ilaç ihracatı 2000-2011 döneminde 101 milyon dolardan 567 milyon dolara yükselirken ilaç ithalatı ise 1 milyar dolardan 4.7 milyar dolara yükseldi.
Ülkemiz orijinal ilaç ve tıbbi cihaz alanında büyük oranda dışa bağımlıdır. İlaç sektöründeki ürünler orijinal ve jenerik olarak ayrılır. Orijinal ilaç laboratuvar ve klinik çalışmalar sonucu belli bir hastalık üzerinde olumlu etki yaptığı kanıtlanmış, daha önce benzeri olmayan yeni ilaçlardır. Orijinal ilacın yasal koruma süresinin dolmasıyla birlikte ilaç şirketleri orjinal ilaçların benzerlerini piyasaya sürebilirler. Bu ilaçlar jenerik ilaç olarak adlandırılırlar. Türkiye’de üretimi yapılan ilaçlar jenerik (orijinal ilacın benzeri) ağırlıklıdır.
2002-2010 yılları arasında kamu ilaç harcamaları kutu başına %76 artarken değer artışı %41’de kaldı. Sektörde yer alan firmalar aradaki farkı ciro kaybı olarak değerlendiriyor ve karlarının azalmasını istemiyor.
SORUNUN ESASI NEDİR?
İthal ilaçta asıl sorun döviz kurunun sabitlenmesinde ve SGK’nın yaptığı iskonto oranlarında yaşanıyor. 2007 tarihli beşeri ilaçların fiyatlandırılmasına dair karar hükümleri gereğince Türkiye’deki ilaç fiyatları, Fransa, İspanya, İtalya, Portekiz ve Yunanistan’dan oluşan beş ülke ile buna ek olarak ilacın imal ve ithal edildiği ülkelerin ecza deposundan yapılan satış fiyatlarının en düşüğünün referans fiyat olarak kabul edilmesiyle belirleniyor. Avro kuru dikkate alınarak referans ilaç fiyatı hesaplanıyor.
İlaç fiyatlandırmaları yapılırken döviz kuru güncellemeleri şu şekilde yansıtılıyor: Avro kurunun geçmiş 90 günlük ortalamasındaki fark aşağıya doğru % 5’e ulaştığında ilacın fiyatı aşağı yönlü düzenlemelere tabi tutuluyor. Oysa, avro farkının yukarı doğru ancak %15’e ulaştığında ilaç fiyatı yukarı düzenlemelere tabi tutuluyor. Sektörde yer alan firmalar ise buna itiraz ediyor ve döviz kuru oranları ile fiyat yansımalarının benzer bir eğilime sahip olmasını öneriyorlar.
Geri ödemede ise SGK tarafından dayatılan iskonto oranları, ilaç firmalarına geri ödeme tutarını belirliyor. İthal ilaçlarda SGK tarafından genellikle %11 -21 arası iskonto uygulaması yapılıyor. Eğer şirket olarak bu iskonto yapılmaz ise ilaç ödeme kapsamı dışında kalıyor. Sektörde yer alan firmalar iskonto oranlarının dayatılmasını istemiyor.
Türkiye’de son dönem uygulanan bu fiyat ve iskonto politikası sonucunda da ilaç firmaları ürünlerini pazara arz etmemek veya geri çekmek yönünde kararlar alabiliyor. Bu şekilde ithal ilaçlara erişimde ciddi sıkıntı yaşanabiliyor. Sonuç olarak ithalatçı firmalar fiyatları düştüğü için özellikle kanser tedavisinde kullanılan ilaçları getirmiyorlar. Böylece kan ve lenf kanserinin tedavisinde kulanılan ilaçlara erişimde sıkıntı yaşanıyor. (Benzer sıkıntı geçtiğimiz yıl kalp ve tiroid hastalıklarında kullanılan ilaçların ithalinde yaşanmıştı.)
AKP ve YOKSULLAŞTIRDIĞI SAĞLIK HAKKIMIZ
Kanser tedavisinde kullanılan çeşitli ilaçlara erişiminde önemli sıkıntılar var. İlaca erişimin kısıtlı olması beraberinde ciddi etik ve tıbbi sorunları da getiriyor. Bu durum hastaların tedavisinin aksamasına neden olduğu gibi ilaçların karaborsada çok pahalıya satılmasına da yol açıyor. Ancak bu yüksek meblağları karşılayabilen yurttaşlar, Türk Eczacılar Birliği’nin ithal ilaç birimine müracat edebiliyor ve ilaca ulaşabiliyor, parayı denkleştiremeyenler ise tedavisiz kalıyor.
Türkiye’yi ilaç tekellerinin kar hesaplarına mahkum edenler bugün sadaka ile bu sorunun üzerini örtmeye çalışıyorlar.
Asgari ücretle geçimini sağlayan emekçi bir ailenin çocuğu olan 22 yaşındaki Dilek Özçelik, Eğitim Fakültesi İngilizce bölümünde okuyor. Dilek, ailesinin mevcut sağlık sisteminden şu ana kadar memnun olduklarını ve seçimlerde AKP’ye oy vererek desteklediklerini ifade ediyor. Rahatsızlığı sonucu müracaat ettiği sağlık kurumunda yaklaşık iki ay önce hodgkin lenfoma tanısı konuldu. Ancak tedavisinde kullanılan ilaca erişiminde zorluk çekiyordu. Benzer sorunu yaşayan diğer kanser hastaları ile teması sonucu ilaçların hangi yollardan temin edileceğini öğrendi. İlaca erişim daha çok TEB ithal ilaç birimlerinden (ki bu yolun uzun ve yoğun bir prosedürü var) oluyor ya da karaborsa, merdiven altı ve yurtdışından yakınlar aracılığıyla temin edilebiliyor. Hastalar ilaca oldukça yüksek bedeller ödeyerek ulaşabiliyor. Tedavilerinin bir an önce tamamlanabilmesi ve eksik kalmaması için ellerindeki tüm birikimlerini harcıyor; borçlanıyor ve varsa mallarını mülklerini satıyorlar.
Sağlık hakkımı?… ‘Ben ilaç dedikçe Bakan para diyordu’…Sadaka mı?
Dilek, vatandaş olarak herkesin adil ve eşit biçimde ücretsiz olarak sağlık hizmetine erişimin mümkün olduğu ve sağlık hakkının bir insanlık hakkı olduğu bir dünyadan seslenirken AKP hükümetinin Bakanı olan E. Bayraktar ise halkın ya müşteri ya da dilenci olarak görüldüğü serbest piyasa dilinden konuşuyor. Dilek “yaşadığım süre içerisinde aldığım her nefeste kendilerine minnet duymak istemiyorum, bir insan hakkı olarak sağlık hakkımı istiyorum ve sadece kendim için değil herkes için istiyorum” diyerek, haykırıyor: ‘Biz bu dünyaya piyasa malı olarak gelmedik’.
AKP hükümeti, sermayenin taleplerini gerçekleştirmek için Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun verdiği direktiflerle sağlık hizmetinin yapısını değiştirdi. Kamu sağlık hizmetlerinin piyasaya açılması ile hastaneler işletmeye, hastalar ise müşteriye dönüştürüldü ve işletme için kazanç aracı haline getirildi. Bugün sağlıkta gerçekleştirilen dönüşüm ne Dilekler için ne de Fatma Teyze ile Osman Amcalar için yapıldı. Bu dönüşüm sermaye için, tıbbi cihaz ve ilaç tekelleri için yapıldı. Serbest piyasa düzeninde ilaç tekelleri kazançlarını ve karlarını düşünürler, Dilek’lerin sağlığını değil!
Dr.Ergün DEMİR
Dr.Güray KILIÇ