TEB 40. Büyük Kongre’den Önce
3-6 Aralık 2015 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilecek olan 40. Büyük Kongre’de Türk Eczacıları Birliği’nin yeni yöneticileri seçilecek. Eczacılığın gidişatını eczacı odalarının 335 delegesi belirleyecek.
Görünen o ki, son anda bir sürpriz olmazsa 2007’den beri başkanlık görevini sürdüren Adana delegesi Ecz. Erdoğan Çolak ile daha önce Merkez Heyetinde 2. başkanlık ve Ecz. Özgür Özel’in milletvekilliği seçimleri nedeniyle istifa ettiği 2011 yılından beri genel sekreterlik yapan Konya delegesi Ecz. Harun Kızılay başkanlık için yarışacaklar.
İkisi de şüphesiz doğrusuyla-yanlışıyla, meslek için çokça emek sarf etmiş, eczanede harcayacağı mesaiyi meslek örgütlerinde harcamış, donanımlı ve birikimli meslektaşlarımız. Ancak mevcut yönetimin sonraki merkez heyeti görev dağılımı için önceden bir uzlaşmaya varamaması ve birliğin en önemli görevinlerini yürüten iki kişi olan başkan ve genel sekreterin kendi listeleriyle başkanlık için karşılıklı yarışacak olması, meslek örgütlerinde sıkça karşılaşılan “çalışkan genel sekreter, koltuğu bırakmayan başkana karşı” sendromunu anımsatmakta.
Bir tarafta meslek örgütü yöneticisi olmanın kelle koltukta gezmekle eşdeğer olduğu, her an bir suikaste veya bombalı saldırıya kurban gidebileceğiniz bir siyasi ortamda hem mesleki menfaati hem de mesleki haysiyeti korumak ve geliştirmek veya “korumuş veya geliştirmiş gibi” yapmak; diğer tarafta iktidarın gücünü kabul edip ondan medet ummak ve bir “aleyküm selam” ile girilemeyen kapılara girerek eczacının cebine 3-5 kuruş daha koymaya çalışmak…
İşte mesleğimiz gidişatı ve yöneticilik anlayışı artık bu iki çizgi arasında gidip gelmektedir.
Peki eczacının bir alternatifi neden yok?
Yok, çünkü eczacının daha iyi bir geleceğe dair bir umut ışığı yok.
Yok, çünkü eczacının artık heyecanı yok. TEB 4 Aralık 2009’dan beri eczacıyı harekete geçirip meydanlara dökmemiş, dökememiş. Merkez Heyetinin eczacıya da kendine de güveni yok.
Yok, çünkü tüm TEB üyesi eczacıların yaklaşık yarısını oluşturan en büyük odalar olan İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa üyesi eczacılar 2009’dan beri neredeyse Merkez Heyeti’nde temsil edilmiyorlar. Çünkü 7.800 üyeli İstanbul’da 370 eczacıyı temsil eden 1 delege, 150 üyeli odada 30 eczacıyı temsil ediyor. Yani TEB Büyük Kongre’ye etkide 12-13 katlık bir adaletsizlik var.
Geçtiğimiz hafta İstanbul’da bir derneğin düzenlediği kongrede TEB’in, eczacı odalarının, SGK’nın ve Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun ve ilaç sanayinin üst düzey yöneticileri bir araya geldi. Ben eczanesinden ayrılamayan bir eczacı olarak yalnızca pazar günkü programı izleme fırsatı buldum. Kongreyi, konuşmacı olarak davet edilen isimlerin önemi ve organizasyon becerisi olarak başarılı bulsam da, kongre, “siyasi istikrar” lafını ağzından düşürmeyen bazı moderatörlerin ve konuşmacıların, eczacıların eleştirmeye ve sorgulamaya başladığı anda zamanın kısıtlılığını bahane ederek oturumları sonlandırmasıyla aklımda kalacak.
Bir de aklımdan asla çıkmayacak bir söylem var ki ona geçmeden önce ancak şunları hatırlatmak isterim. (Not: Mevzuattan sıkılanlar 2 paragraf sonrasına atlayabilirler.)
6643 sayılı Türk Eczacıları Birliği Kanunu, Madde-20, İdare heyetinin vazifeleri, (h) bendi: “Meslekin şeref ve haysiyetini ve meslektaşların hukuk ve menfaatlerini müdafaa etmek,” (Bu görev eczacı odası yöneticilerinin görevleri arasında olsa da şüphesiz TEB Merkez Heyeti’ne de atfedilebilmelidir.)
Türk Eczacıları Deontoloji Tüzüğü, Madde-9: “Eczacı, yapacağı yayınlarda eczacılık mesleğinin şerefini üstün tutmak zorundadır.”
İşte geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen söz konusu kongrenin pazar günü yapılan “Eczacılıkta Meslek Hakkı” konulu panelinde birlik başkanımız Ecz. Erdoğan Çolak, yaptıkları bir çalışmada eczaneleri gezerek eczacılara “Foradil combi inhaler kapsül” isimli ilacın nasıl kullanıldığını sorduklarını ve eczacıların çoğunun bunu anlatamadığını tespit ettiklerini, hatta bazı eczacıların önce kapsülün yutulup sonra inhalerin kullanması yönünde bilgi verdiklerini söyleyerek eczacıyı sağlık otoritelerinin ve meslek hakkını birlikte çözüme kavuşturmamız gereken kurumlarının üst düzey yöneticilerinin önünde küçük düşürmüştür. Bunun adı yıllardır, çeşitli çözümlerle de olsa hep bir ağızdan ve ısrarla dile getirdiğimiz meslek hakkı talebimizi kamuoyu nezdinde değersizleştirmek, eczacıyı bu hakka layık görmemektir.
Keşke sayın Çolak eleştirilerimizi meslek içinde bir çözüme kavuşturmayı tercih etseydi ve Merkez Heyeti başkanlığının devamının ön koşulu olan delegelik için Adana’daki meslektaşlarımıza bireysel mektuplar göndererek, telefonla bizzat arayarak ve ziyaret ederek gösterdiği gayreti mesleki konularda da gösterseydi.
Örneğin; kendilerinin tespitince eksik olan farmasötik bakım yönümüzü geliştirmek için eczanelerimize mesleki yayınlar gönderilmesini sağlayabilirdi. Sonra, 6197 sayılı Kanun değişikliği taslaklarında yer alan ama sadece taslak olarak kalan “Meslek içi zorunlu eğitim”in hayata geçmesi için gayret gösterebilirdi.
Ne bileyim, mantar gibi çoğalan ve kontenjanı 2.000’e ulaşan eczacılık fakülteleri hakkında 2010 yılından sonra da basın açıklaması yapabilirdi.
2009’da “Feda edecek tek bir eczanemiz yok” sloganıyla yola çıkarak 2015’te “Türkiye’de her 2 eczacıdan biri zor durumda” diye ağlamak zorunda kalmayabilirdi.
“Eczacı benim başkan olduğum dönemde neden bu kadar güç ve itibar kaybetti” diye kendine sorabilirdi.
Devletin ilaç fiyat politikasını eleştirebilirdi, biz hastalarımıza ilaç bulmaya çalışırken “Türkiye’de bulunamayan ilaç sorunu yoktur” demeyebilirdi.
Biz SGK’nın ve toplumun gözünde tahsildar ve tezgahtar seviyesine indirgenirken bu gidişata bir “dur” diyebilirdi.
TEB İthal İlaç Biriminin hasılatının aslında serbest eczacının hakkından koparıldığının bilinciyle politika üretebilirdi.
TTB ve TMMOB’un gerek mesleki gerek toplumu ilgilendiren kanunsuzluklarla savaşında onlarla omuz omuza durabilirdi.
Genel sekreteri kendisini eleştiren meslektaşlarına “tinerci” sıfatını yakıştırırken “Hoppala Harun, kendine gel!” diyebilirdi.
4 Aralık 2009’daki son eylemimizden sonra 3 büyük gazeteye özür ilanı vermeyebilirdi.
Mesleki gezileri ayarlarken önce Como, Lugano ve Milan turunu değil, meslek örgütü randevularını ayarlayabilirdi.
Kendi eczacı odası yöneticileri hakkında (İstanbul, ki sonradan suçlamalar yersiz bulunmuştur) savcılığa suç duyurusunda bulunmayıp odanın mallarına haciz koydurmayabilir, oda çalışanlarının maaşlarını geç almasına sebep olmayabilirdi.
Yazmakla bitmiyor, uzatmıyorum.
Peki güzel günler görebilecek miyiz? İşte o şimdilik ufukta görünmüyor.
Ecz. Murat GÜMÜŞ
01.12.2015